Beş yaşında bir kızınız varsa evcilik oynamak kaçınılmaz oluyor. Ben çocuğum o anne, ben hasta o hemşire,  ben kedi o kediye mama veren, ben evinde yangın çıkan ev sakini o itfaiyeci… Rolden role girmek, drama eğitimcisi olmam nedeniyle benim için kolay olsa da belirli bir süre sonra evcilik oynamak benim için çekilmez oluyor. Biraz ara verip, kahvenin ilk yudumlarında, bir ses tek başınalığı bölüyor:

– Baba ben sıkıldım ne yapabilirim? 
– Resim yapabilirsin. 
– Hayır! 
– Kitaplarına bakabilirsin. 
– Hayır!
– Yüzlerce oyuncağından biriyle oynayabilirsin.
– Hayır!
– Çizgi film izlemek ister misin? 
– Hayır!
– Mümkünse tek başına on dakika bir şey yapar mısın? 
– Hayır!
– Canım kızım ne yapmak istiyorsun? “
– Bak şimdi bir fikrim var baba, ben prenses olayım…
– Hayırrrr! 

Çocukken annemin ya da babamın benimle evde oynadıkları herhangi bir oyun yoktu. Oyuncak sektörü de iki eciş bücüş araba, iki çirkin bebek dışında bir şey üretmiyordu. Buna rağmen canımın sıkıldığını hiç hatırlamıyorum. Yatağımın kenarına dizdiğim onlarca gazoz kapağıyla kocaman bir dünya yaratıp, saatlerce oyun oynardım. Terlikler uzay mekiği olurdu, annemin bibloları da karakterlerim. Evdeki her nesne benim için oyun gerecine dönüşebilirdi.  Hiç olmadı akrobasi devreye girer, kapının kenarlarına ayağımı dayar saatlerce tırmanmaya çalışırdım, kapının üstündeki pervaza tutunabilirsem de kendimi aşağıya sallandırmaya bayılırdım. Kendi hayal dünyamda sıkılmaya fırsat bulamazdım.

Geçenlerde uğradığım bir oyuncak mağazasında yüzlerce vahşi hayvanın minyatürleri bir poşet içinde satılıyordu, içim gitti. Çocukken böyle bir poşet dolusu vahşi hayvana sahip olsaydım diye iç geçirdim, günlerce oynayabilirdim. 

Tüketim toplumunun bizi getirdiği noktada ne yazık ki kısa süreli hazlardan fazlasını beklemenin çok da anlamı yok. Çocuğa alınan armağanın verildiği an, açıldığı an ve bu oyuncakla geçirilen beş dakika yetiyor, hemen ardından yeni sıkılmalar başlıyor. Şimdiki çocukların, bizim çocukken hayal edemeyeceğimiz kadar oyuncağı var ama bu tüketim nesnelerinin onlarda bir düş gücü yarattığını söylemek çok zor. 

Oyuncakların yerlerini alan anne babalar sürekli oyun ve etkinlik üretmek durumunda kalıyor. Çocukların canları sıkılmasın diye kitap sektörü de boş durmuyor, anne ve babalar için yeni oyun ve etkinlik kitapları çıkıyor.  Çocuğunuzla Vakit Geçirirken Onu Eğlendirebileceğiniz Oyunlar, Her Güne Bir Oyun, Benimle Oynar mısın Anne, Haydi Oyuna, Atık Malzemelerle Evde Oyunlar Yaratın, Oyuncu Anne, Oyuncu Babadan Tavsiyeler… Anne babalar çocuklarının her anını doldurmaya devam ettikçe, çocukların kendileri için bir şeyler keşfetmelerine olanak kalmayacak. 

Evde çocuklarının canlarının sıkıldığını gören anne ve babalar soluğu dışarıda alıyor. Neredeyse her AVM’de çocuklar için oyun merkezleri bulunuyor. Popüler kültürün de etkisiyle çocuklar için açılan aktivite merkezlerinin sayısı artıyor. İnternette, “Çocuklar için aktivite merkezi açarak para kazanmak” adlı bir makale hemen dikkatinizi çekebilir. Çok karlı gösterilen bu iş kolu için öneriler sıralanıyor, sanat öğretmenleri ile anlaş, İngilizce dersi olsun, anne ve babaların kahve içecekleri alanı unutma… Anne ve babalar da çocuklarının canı sıkılmasın diye bu merkezlere taşınıyorlar, sosyalleşen çocuklar adıyla sunulan bu merkezlere ilgi yoğun. Filancalar çocuğunu şuraya götürmüş tümcesi ile yeni aktiviteler sıralanıyor, yeter ki çocuğun canı sıkılmasın. 

Çocuğun her anını yapılandırmak ne derece anlamlı? BBC’de yayımlanan bir yazıda Sandi Mann, can sıkıntısı sayesinde insanların merak duygusunun, hayal gücünün ve yaratıcı özelliklerinin geliştiğine inandığını, bu nedenle can sıkıntısından korkmamak gerektiğini belirtiyor. Oysa biz çocuklarımızın canı sıkılmasın diye binbir yöntem geliştirip onların tek başlarına bir şeyler üretebilmelerinin önünü kapatıyoruz.  Aynı yazıda Texas A&M Üniversitesinden Heather Lench’e göre, “Can sıkıntısının günlük yaşanması yararlı bir işe yol açması anlamına geliyor olmalı.” 

Daha önce Eğitimpedia’da yayımlanan bir yazıda Bertrand Russell, “Hayal gücü ve can sıkıntısıyla baş etme kapasitesi henüz küçük bir çocukken geliştirilmelidir” diyor. Russell şöyle devam ediyor:

“Bir çocuk en iyi, tıpkı bir fide gibi, aynı toprakta rahatsız edilmeden bırakıldığında büyür. Çok fazla yer değiştirme, çok fazla çeşitlilikte etki çocuklar için iyi değildir. Ve büyüdüklerinde, verimli monotonluğa sabırla katlanmak konusunda onları acizleştirir.”

Canları sıkılmasın diye oyuncakların yerlerini alan bizler çocukların yaşamlarından çekildiğimizde, yaşadıkları yalnızlıkla baş etmek sorun olmaya başlayacak. Bırakalım çocuklarımız can sıkıntısıyla baş etmeyi öğrensinler, belki bu can sıkıntısı anlarında merak etmeye, yaratmaya, başladıkları bir oyunu uzun soluklu sürdürmeyi keşfederler.

Müjdat ATAMAN / Eğitimpedia